30 Ağustos 2014 Cumartesi

Hız!

Çağımızın sıkıntılı olduğu bir nokta söylemek gerekirse bu noktanın hız olduğu kolaylıkla söylenebilir. Hatta bizzat ben zamanla problemli olduğumu dile getirir dururum. Peki ya çağımıza, gelişmişliğimize, insanlığımıza bakarak bir yorum yapacak olsak ipin ucu nereye varır hiç düşündük mü?

En basitinden düşündüğümüzde 70-80 yıl önce kimsenin parasının bile yetmediği arabalara şimdi müzelik gözüyle bakılıyor, ilk zamanların uçakları şimdilerde değersiz.

Maddiyatı bir kenara bırakacak olursak, edebiyatta durum nasıl? Pek farklı değil. Edebi değer taşıyan kitaplar yazılmıyor, okunmuyor. Örneğin 7 kitaptan oluşan Marcel Proust'un Kayıp Zamanın İzinde serisine ayıracak zamanı yok çağımızın modern insanının. Zamanını nispeten daha değerli bulduğu şeylere harcamak zorunda, harcıyor da. Harcadığını zannediyor.

Twitter dediğimiz şu sosyal paylaşım platformu neden 140 karakter diye diretiyor sizce? Uzun uzun düşünmeye ayıracak zamanı yok modern insanın da ondan. 1 dakika içerisinde hem gündemi, hem arkadaşlarının hayatını,hem de saçmasapan esprileri görebiliyor da ondan.

Ne güzel de söylemiş Gülten Akın;

"Ah kimsenin vakti yok
durup ince şeyleri anlamaya"

Bence sabırsızlığımız, ilerlediğimizi sandığımız yanılgısına düşürüyor bizi. Kimsenin ilerlediği bir şey yok. Yozlaşıyoruz. Basit kelimelerle konuşuyor, birbirimize cevabını bildiğimiz sorular sormakta diretiyoruz. Bir düşünün şu klişe soruları? Uyanan birisine sorulan "uyandın mı?" yahut eve giren bir bireye yöneltilen "geldin mi?" sorularındaki anlamsızlığı.

Nereye gidiyoruz? Bu ne hız ey insanoğlu.

Yavaşlamalıyız.

1930'larda "Hız Üzerine" adlı bir deneme yayınlayan Paul Morand bakalım ne söylüyor;

"Sanat bile hız yönünden değişti. En iyi ressamlarımız günde 3 tablo yapıyor, roman 200 sayfayı aştı mı, doldurma sayılıyor. Uzun olan her şey okunmaz, oynanmaz, yaşanmaz oluyor."

Yozlaşıyoruz derken kasteddiğim buydu, tembelleşiyoruz. Düşünmekten daha ziyade kelimelere ihtiyaç duyuyoruz.

Modern çağın en büyük rahatsızlığı işte bu kendini bilmez sabırsızlığı, hangi yöne gittiği belli olmayan bu hızıdır.

Sanat demişken işin bu yönünü değerlendirmeye kalkmak daha can sıkıcı şüphesiz. Perspektifin bulunuşu, rönesans yükselişi, inanılmaz gerçekçi resimler ardından fotoğraf makinesinin bulunuşu resim sanatından farklı arayışlar kübizm,impresyonizm vs vs.

Nereye gittiğini bilmeyen bu kendini bilmez hız sanatı nereye götürdü mü dersiniz.

Suut Kemal Yetkin, estetiğin ana sorunları adlı kitabında şöyle diyor;

"Bugün hız çılgınlığına kendini kaptıran çağımızın resmi, Amerikalı ressam Jackson Pollock'un yere serdiği beze, tüpten fışkırttığı renkleri büyük bir fırça ile birbirine karıştırarak meydana getirdiği eserlerdir."

Buradaki kinayeyi yakalayabildiniz mi bilmiyorum ama süratle giden bir aracın içindeyken etrafı nasıl gördüğünüzü bir düşünün, karmakarışık cümbüş renkler.

Şimdi de Jackson Pollock'un bu eserine bakın.

İşin içine sıçtık yani anlayacağınız.

Haydi selametle