3 Ocak 2015 Cumartesi

Diyaloglar - 1 Soru: "Gerek var mı?"

3 Ocak 2015 - 04:40

-Bu aralar insanın insana ihtiyacı üzerine kafa yorup duruyorum. Ne düşünüyorsun bu konuda? İnsan insana muhtaç mıdır gerçekten yoksa bu muhtaciyeti kendimiz mi yaratıyoruz?

- Ben bu konuda insanın nasıl bir ortamda yetiştiğiyle alakalı diyorum, kalabalık bir evde büyüyen bir insan daha sonra yalnız kalmayı ister ama kalabalık ortama alıştığı için de yalnız kalamaz, beceremez. O sadece kafa dinlemek ister ama kafa dinlemekle yalnızlığı birbirine karıştırdığı için yalnız kalmaya alışamaz, aynı şekilde yalnız büyüyen bir insan da kalabalığı ister ama o da alışkanlıklarının getirdiği doğrultuda o da kalabalıkta pek yapamaz yani "şu şudur, bu budur" demek zor ama tek bildiğim şey bu doğu toplumundaki insanların yalnız kalmayı, birey olmayı beceremediği, bütün insanlar göt-göte yaşıyor, kimsenin gerçekten "özel yaşamı" yok. Sevgililer, kardeşler, aileler vs... İnsan insana çıkarları doğrultusunda mutlaka muhtaçtır dostluk, aile, aşk, meşk bu çıkarlar doğrultusunda şekillenir, gelişir, Rousseau'nun toplum sözleşmesi hesabı. Ama yalnız kalmayı becerebilmek gerek her ne kadar "gerçek yalnızlık" çok zor olsa da ama sonuç itibarıyla insanlar kolay kolay yalnız kalamaz (istisnalar olmakla birlikte) hele senin benim gibi tipler hayatta kalamaz.

-Bunun üzerine birçok muhabbete katıldım. Bir arkadaşım şu Noel geleneğinden ötürü herkese hediye aldı, bana da almış. Ben de neden duygularımızı gösterirken materyalist olmak zorundayız dedim ki hala kendime soruyorum neden illa ki birilerine, gerçekten güvenmek, bağlanmak zorundayız. İnsan pek tabii yalnız kalabilir diye düşünüyorum ama mesela dünyanın bütün kitaplarını okuduktan sonra onları paylaşamazsan ne anlamı var? İnsan aslında hiç yalnız olmamıştır da denebilir insan her zaman yalnızdı da denebilir. Bir çıkar yol bulamıyorum ancak beni içten içe kemiren rahatsız eden bir şey de var bu konu hakkında.

-Nedir kemiren?

-Bazen kendime çok yalan söylediğimi düşünüyorum. Bunu bir ara başarmıştım ama zordur insanın kendine samimi cevaplar vermesi.

- İnsan denilen bu malum canlı üzerine kesin yargılara varamıyorsun ama bir düşün insanoğlu yalnız kalmadığı için teknik var, bilim var, sanayi var, psikoloji var. (sanat biraz çetrefilli sanatta asıl meyve acı ve yalnızlık onu saymıyorum) Bizim kendimize samimi cevaplar vermemiz ayrıca zor şöyle ki "biz hiç kimseye muhtaç olmayacak duruma geldik mi?" geldiğimiz zaman belki daha samimi cevap verebiliriz. Ben mesela soruyorum kendime "Yalnız kalabilir misin? Ne kadar kalabilirsin?" Yalnız kalmayacağımı düşünüyorum yani öyle soğuk bir entelektüellikle, doruklarda yaşayabilecek bir insan olmadığımı, hiçbir zaman da olamayacağımı düşünüyorum hatta buna gerek olduğunu bile şimdilik düşünmüyorum yoksa gerek var mı?  Ne diyorsun? Şöyle ufak ama önemli bir nokta da var "Kendi şahsi alanımı korurum" bundan eminim.

- Sanat tamamen bir istisna onu bir kenara koyalım zaten baştan. Blaise Pascal'dan okumuştum, aynen alıntılıyorum "İnsan o kadar bedbaht bir varlıktır ki hiçbir sebep olmaksızın, sırf mizaç itibariyle canı sıkılabilir. Ve o kadar pervasızdır ki derdi başından aşkınken bile bilardo masası kadar basit bir şey ve itelediği bir top onu eğlendirmeye yeter." öte yandan yanılmıyorsam Schopenhauer'den de şunu okudum: Toplum hastalıktır. Gerçekten bu insan denilen mahlukat kendi başına var olamaz mı? Yine Schopenhauerden cümleyi tam hatırlamıyorum ama insan doğası gereği toplumu ister, deha bunu reddeder demiş. Belki de bu düşünürleri gereğinden fazla ciddiye almamak gerekir. Ayrıca eminim sende reddetmezsin birlikte yaşamanın yararları olduğu kadar zararları da var, yok mu? sınırlar, savaşlar, silahlar niye üretiliyor? Hiç girmeyeceğim oraya konu dışına çıkmayalım diye. Ben ciddi anlamda hiçbir aidiyet duygusu hissedemiyorum, her şeye karşı gitgide samimiyetimi yitiriyorum.

-Çok haklısın demeye çalıştığım şey açıkça şu: zeki bir insan için kalabalıklar hayvan yığınlarından farksızdır ama o zeki insan bile biraz samimi olmaya başlarsa o kalabalığı reddetmediğini görecektir, İnsanlık aptal sürüsü gibi koşuşturup duruyor, bir şeyler deniyor, çabalıyor vs. Biz de öyle, az ya da çok uğraşıyoruz? soruların temeline indiğinde hepimiz gülünç bir varlık olmaktan öteye geçemiyoruz ama illa ki kendimizi göstermek, parıldamak, bakın ben de varım demek istiyoruz. Bu ister erdemli bir davranış olsun ister bayağı pespaye bir eylem olsun, samimiyet? Bunu yakalamak çok zor nadir kırılma anları yaşarız ve ancak orada bir parça samimiyet yakalarız kendimizde, örneğin şu an neden bunları konuşuyoruz? Neden birbirimize fikirlerimizi anlatma ihtiyacı duyuyoruz? Çünkü olmuyor saf bir yalnızlığa geçemiyoruz. Diyorum ya sana gerek var mı? Orasını bilmiyorum zaten. Schopenhauer zaten devası olmaz bir karamsar ve gerçekleri en acı şekilde ortaya koyan bir adam ama onun dünyasıyla bizim dünyamız aynı yerde değil farkında olmak gerek. İnsanoğlu: bir hayvanın başına üşüşmüş çakal sürüsü ama bu gerçeklerin pratik hayatta pek de bir karşılığı yok belki bi gün olur, kim bilir. (hayvan= dünya)

-Aslen egolarımızı doyurmaktan başka bir şey yapmıyoruz. O seviyeye geliyor insan ister istemez, kalabalıkları değil insanları reddediyorsun tek tek. Seçiçi olmak zorunda kalıyorsun seçici olduğunu zannediyorsun. Bütün arkadaşlıklar tesadüfi kuruluyor, kalabalığı reddetmekten kastın ne? Herkesi memnun edemezsin ki buna da gerek var mı? Yani esasında dincisiyle dinci kürtçüsüyle kürtçü alevisiyle alevi olan adamlarız. Köktenci, radikal olmak eyvallah zararlı ama bir yerden sonra insan çizgisini mi kaybediyor? Yani bazen karşımdaki insana bak kardeş senin düşüncen bana göre yanlış demeyi bile gereksinmiyorum. Hal böyle olunca ne bileyim, korkunç bir yere gidiyormuş gibi hissediyorum. Kimseye bir şey anlatamayacağımı, bu insanların beni anlayamayacağından neredeyse eminim. Goethe "Anlaşılamamak herkesin olduğu kadar benim de yazgımdır" demiş, Mevlana kendisine suskun manasına gelen "Hamuş" mahlasını takmış. Ulan bu adamların 10larca kitabı var ve bunlarda mı aynı dertten muzdaripler? Bunlarda mı anlaşılamıyorlar. Anlaşılmak bu kadar da elzem bir ihtiyaç mı yahu gerçekten? Galiba haklısın saf bir yalnızlık mümkün değil, gerek var mısı tartışma konusu bile değil.

-Aynı dertten muzdaribiz hepimiz; Mevlana, Goethe, Nietzsche, Stirner, sen, ben ve ismini bilmediğimiz bir sürü insan daha...Yapacak bir şey yok doğa diyor ki (hiç mütevazi olamayacağım) "Kardeşim bazılarınız biraz daha zeki ve onların da kaderi anlaşılmamak, yaşayın gidin hadi" ve biz gene iyiyiz bu derdin içinde boğulmuş ne adamlar var nice insanlar intihar etti, ediyorlar kimisinin derdi anlaşılmamak, kimisinin derdi kendini anlatmayı bile istememek, kimisinin de bu gibi şeylerin tümünü reddetmek, yaşamın kendisini reddetmek, iyisiyle-kötüsüyle her şeyiyle reddetmek.
Schopenhauer'den bahsettin ben de bir alıntı yapmak isterim. Buna diyorlar sen neden kitap yazmıyorsun falan diye cevap şu: "Sizin için Fichte gibi çenesi düşük birisi bütün zamanların en büyük düşünürü Kant'ın eşitidir ve Hegel gibi işe yaramaz, arsız bir şarlatan derin düşünür olarak değerlendirilir. Bu yüzden sizin için yazmıyorum."

-Güzel bir noktaya geldin. Savaş içinde olduğum şey belki de tam olarak bu "ego"dur. Her insan kendisinin zeki olduğunu düşünmez mi zaman zaman? Eyvallah ben de çoğu zaman mütevazi olmayıp bunların yanında ben yürürüm, rahat ilerlerim diye çok özgüven gösterdim. E buna da gerek var mı? Bu adamlar eşikten geçen, eşikten geçiren adamlar yalnız kalmaya mahkum muydular yoksa yalnız kalmayı mı seçtiler? Anlaşılamayan insan mı yalnız olur? Her fırsatta dile getirdiğim antipopülizm içten içe bunun korkusu olabilir mi sence? Diğerleri gibi olma korkusu, farklı olma isteği, bu isteğin dürtüsü belki yarım dünya büyüklüğündeki ego olabilir mi? Bu ego sanıyorum bu bahsettiğimiz elemanların hepsinde de vardı, egonun çoğu yerde kendine güvenmekle de özdeşleştiğini söylemek yanlış olmaz. Yolun sonunda 3-5 arkadaş kalacağız ve gerek var mıydı diye soracağız. "gerek var mı?"

-Egosuz insan var mı? Ego dediğin şey kötü-öcü-kaka bir şey değil ki? Ego insanı tetikler, ileriye taşır asıl insanı sıkıntıya düşüren şey onun esiri olmak onun ayarını kaçırmak, kusura bakma da kendini zeki görmek ego değil asıl ego bu zekayı küçümsemek ve tanrıyı oynamak asıl zararlı olan, büyük, bağışlayıcı, mütevazi, olmadığı kadar erdemli olmak için şov yapan asıl manyaklık bu, yoksa kendi sıradanlığımızın farkında değil miyiz sanki? Bizim gibi milyonlarca bu eşiğin kenarında duran adam var? Şirazeyi kaçırmamak için şuna dikkat etmek gerek "Evet zekiyiz, farklı sorular soruyoruz, farklı cevaplar verebiliyoruz amaaaaaaa yalnız değiliz, tek değiliz, biricik değiliz" bu dengeyi kurmak gerek, kendini "tekleştirdiğin zaman" işte o zaman "he amk he" derler adama. "gerek var mı?" bunu bu yaşta ne kadar doğru cevaplayabiliriz bilmiyorum hani filmde dediği gibi yavaş yavaş "istemediğimiz şeyleri yapmamaya başlıyoruz" o kadar bunun sonunda bi avuç arkadaş da kalabiliriz hiç bilmiyorum. belki gerekliliğini de düşünmemek gerek.

-Şu an konuştuğumuz tip direk kış uykusu Haluk Bilginer zaten. Bir arkadaş bana zamanında "çok hırslısın" demişti, nedense bir anda kendimi savunmaya almaya çalıştım ya işte şudur da budur da bilmem ne de falan. Arkadaş da dedi ki yahu ben sana kötü bir şey söylemedim niye savunmaya alıyorsun kendini. Orada bende bir şeyler tık etti, bir şeyler yanlış ilerliyor dedim. Demek istediğim radikal olmadığımız konusunda da radikal olmalı mıyız aslında, bunu saklamamalı mıyız? Sürekli kendime başka bir insana ihtiyacım olmadığını, kendi kendime idare edebileceğimi tekrarlar dururum. Bu yalanı bana söyleten ne olabilir? İnsan neden böyle bir yalana ihtiyaç duyar?

-Vallahi diyorum işte ihtiyaç ve zorunluluk çatışıyor, kendimizi görmek istediğimiz kişi ile olmak istediğimiz kişi de çatışıyor ve kendimizi o dağın başında hayal ediyoruz, ama bi bakıyoruz ki şehrinin göbeğinde yine insanların içinde lagara lugara yaparken buluyoruz kendimizi. İşte bu çatışmayı kitaba, tabloya, dizelere dökenlerin de adı "sanatçı" oluyor.