Film yazısı serime hız kesmeden devam ediyorum. Sıradaki seçtiğim film, gerçek bir hayat hikayesinde ilham alınarak, 2007 yılında gösterime giren Özgürlük Yolu (Orjinal adıyla Into The Wild)
Sanırım biraz geriden geliyorum ama kitapların ve filmlerin asla eskimeyen bilgiler barındırdığına inanan biri olarak bunu şu anda pek umursamıyorum.
Filmi izlediğinizde anlayacaksınız ki aşağıda gördüğünüz adam, olayın asıl, gerçek kahramanı. Christopher Johnson McCandless.
Peki kimdir bu adam? Kendisine Süperberduş diyen McCandless (Filmde Emile Hirsch canlandırıyor.) ailesinin ondan beklediği tüm dünyevi beklentileri yerine getirdikten hemen sonra bu sürekli zorunluluk haline katlanamayacağını düşünerek kendini doğaya atıyor. Bir nevi hippi gibi oradan oraya savruluyor, seyahat ediyor, yeni insanlar tanıyıp, yeni anılar biriktiriyor.
Bu noktada sanırım hepimiz benziyoruz. Bana da çoğu zaman içinde bulunduğumuz bu sistemin çok saçma olduğu fikri geliyor ama gidiyor sonra. :):) Bizi bu benzerlikte McCandless'dan ayıran durum ise; onun, çok cesurca bir davranışta bulunarak (hatta en cesur davranış da diyebilirim) kendini doğaya atması. Süperberduşumuz gerçek mutluluğun doğada olduğuna inanıyor ve dünyevi her şeyi bir kenara bırakıp mutluluğun arayışına çıkıyor. Hayali Alaska'da doğayla baş başa yaşamak ki bunu da gerçeğe dönüştürüyor.
Süperberduş iyi bir okur olduğundan filmde yine şahane alıntı ve replikler var. McCandless'in sözünü de atasözü gibi fotoğrafın üzerine işledim hemen zaten.
Film Lord Byron'un şu dizeleriyle başlıyor;
“Mutluluk uçsuz bucaksız ormanlardadır,
bomboş sahillerdeki coşkudadır.
İnsan elinin değmediği bir yerdedir,
denizin diplerinde ve gürlemesindedir.
İnsanı daha az sevmem ama doğayı ondan çok severim…”
Sanırım biraz geriden geliyorum ama kitapların ve filmlerin asla eskimeyen bilgiler barındırdığına inanan biri olarak bunu şu anda pek umursamıyorum.
Filmi izlediğinizde anlayacaksınız ki aşağıda gördüğünüz adam, olayın asıl, gerçek kahramanı. Christopher Johnson McCandless.
Peki kimdir bu adam? Kendisine Süperberduş diyen McCandless (Filmde Emile Hirsch canlandırıyor.) ailesinin ondan beklediği tüm dünyevi beklentileri yerine getirdikten hemen sonra bu sürekli zorunluluk haline katlanamayacağını düşünerek kendini doğaya atıyor. Bir nevi hippi gibi oradan oraya savruluyor, seyahat ediyor, yeni insanlar tanıyıp, yeni anılar biriktiriyor.
Bu noktada sanırım hepimiz benziyoruz. Bana da çoğu zaman içinde bulunduğumuz bu sistemin çok saçma olduğu fikri geliyor ama gidiyor sonra. :):) Bizi bu benzerlikte McCandless'dan ayıran durum ise; onun, çok cesurca bir davranışta bulunarak (hatta en cesur davranış da diyebilirim) kendini doğaya atması. Süperberduşumuz gerçek mutluluğun doğada olduğuna inanıyor ve dünyevi her şeyi bir kenara bırakıp mutluluğun arayışına çıkıyor. Hayali Alaska'da doğayla baş başa yaşamak ki bunu da gerçeğe dönüştürüyor.
Süperberduş iyi bir okur olduğundan filmde yine şahane alıntı ve replikler var. McCandless'in sözünü de atasözü gibi fotoğrafın üzerine işledim hemen zaten.
Film Lord Byron'un şu dizeleriyle başlıyor;
“Mutluluk uçsuz bucaksız ormanlardadır,
bomboş sahillerdeki coşkudadır.
İnsan elinin değmediği bir yerdedir,
denizin diplerinde ve gürlemesindedir.
İnsanı daha az sevmem ama doğayı ondan çok severim…”
Filmde şahane alıntılar olduğundan söz etmiştim. İşte onlardan birisi;
En sevdiğim replik ise, kendi hayatımdan da tecrübelediğim;
Eğer yaşama sevincinin insan ilişkilerinden kaynaklandığını düşünüyorsan yanılıyorsun.
Son olarak filmle ilgili yapmam gereken bir yorum daha var. Filmin müziklerini gerçekten şahane, tek tek hepsi açıp dinlenesi olmuş. Eddie Vedder'dan geliyor; Society.
Toplum, sen çılgın bi türsün.
Yapayalnız değil ama bensiz olmanı ümit ederim.
Blog sayfamla paralel yönettiğim Kafa Defteri sayfasını facebookta açtım, meraklısı buyursun gelsin efenim. Sevgiler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sanırım benden farklı düşünüyorsun? Fikrini paylaş, düşünceler önemlidir.