26 Haziran 2012 Salı

Güneşini bulana dek.

Hepimiz belli dönemleri geçiriyoruz hayatımızda. Hepimizin yaşamında aslında ortak olan birşeyler var biz farkında olmasakta. Kafaların karışık, herşeyin flu olduğu zamanlar bunlar. Günlerin birbirini kovaladığı ya da mıhlanıp kaldığı zamanlar.

Bazen aynı yollarda kesişiyor kaderlerimiz, bazen farklı yönleri tercih ediyoruz hepimiz. Tercihlerimiz, hayatımızın geri kalanını şekillendiren şeyler oysa ki. Bu bir sır aslında. Alelade, apaçık ortada olmasına rağmen görmezden geldiğimiz bir sır.


Sigarasından bir nefes daha çekti, zihninde depremler oluyordu artçıları kuvvetli. Şakaklarını avuşturup ayağa kalktı. Adımlarında düşüncelerinin istikrarsızlığı belli olsa da, o yine aynı yere gidiyordu. Kendisini dinlendirmeyi başardığı tek yere, sahile. Deniz ve dalgaların sesi, akşamın esintisi. Rüzgar ona bir şeyler mırıldanıyor. O da rüzgara eşlik ediyordu her defasında. Ay'la konuşuyordu.

Kendi hikayesini anlatıyordu gökyüzüne, kendi hüznünü yansıtıyordu karanlığa hangimiz daha karanlık dercesine. Ay'ın parıltısına özeniyordu ama onun da bir kaynağı vardı, biliyordu. Güneş gibi olamayacağını biliyordu elbette. O güneş'ini arıyordu. Parıldamasına, canlanmasına yardımcı olacak güneşini.

Güneşi göremeyen bir Ay neye yarar ki sonuçta. Karanlığa alışmış miskin ve umarsız. Tam da böyleydi işte. Güneşini göremeyen bir Ay olduğunu anlatıyordu Ay'a. Ne kadar şanşlı olduğunu iletiyordu rüzgarın melodisine eşlik ederek.

Çünkü bir Ay'ı ay yapan, güneşti.

Bu yüzden hep yalnızdı.

Belki de yalnız ölecek.

Güneşini bulana dek.

19 Haziran 2012 Salı

Zeki Demirkubuz - Yazgı

Beni düşündürebilen filmleri severim. Bana birşeyler katabilen ya da kattığını düşündüğüm şeylerle ilgili olmaya çalışırım daha çok. Bugün bir film izledim ve biraz amatörlük koksa da çok beğendim. 

Zeki Demirkubuz 1994 yılında aktif yönetmenlik hayatına başlamış ve oldukça başarılı bir yönetmen. Henüz sadece bu filmini izledim ama sanırım kısa zamanda diğer filmlerini de izleyeceğim. Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'sını okumuş ve etkilenmiş biri olarak, anlatılanlar, anlatılmaya çalışılanlar ve bunların yansıtılışları, diyaloglar.. Gerçekten harika. Kesinlikle tavsiye ediyorum.

Film hakkında kısa bir bilgi verecek olursam. Albert Camus'un "Yabancı" adlı romanından uyarlanmış. Kitabı okumadım ama kısa zamanda okuyacağım zira filmden daha etkili olduğu söyleniyor. 

Filmin baş karakteri Musa, Onu nasıl tarif edeceğimi bilemiyorum, tam anlamıyla iradesiz, tepkisiz ve inançsız. Hatta film içinde bazı sahnelerde boğasınız bile gelebilir. Herşeye "benim için farketmez" şeklinde yaklaşıyor. Öyle ki bu sebeple evleniyor bile. Suçsuz olduğu halde 5 yıl hapis yatıyor ama sessizliğini bozmuyor ve tepkisiz kalıyor. Yani kendini yaşananların akışına bırakmış inançsız bir insan.

Filmin en iyi sahnelerinden bir kesit;


Yazgı film replikleri:

- benimle evlenir misin?
- farketmez.
*
- insan ruhu bu kadar da boş olamaz.
- ya bu kadar boşsa?
*
-öyle işte insan ben suçluyum diyebilir ama suçsuzum diyemez.

6 Haziran 2012 Çarşamba

Sol kolu olmayan Judocu

Etkileyici hikayeler serisine devam edelim.

Japonyada yaşayan bir çocuğun en büyük hayali judo öğrenmek ve kendini bu yönde geliştirmekmiş. Çocuk için Judo bir tutku haline dönüşmüş velhasıl kelam daha judoya başlayamadan bir kaza geçirmiş ve sol kolunu yitirmiş. E hayalleri de yıkılmış haliyle, daha 10 yaşlarında olmasına rağmen üzüntüsü fazlasıyla belli oluyormuş genç arkadaşımızın.

Babası bu durumun farkına varmış ve ülkenin ileri gelen Judo ustalarından birine gitmiş. Usta demiş benim böyle böyle bir çocuğum var durum böyle böyle nedir yani neler yapabiliriz falan. Adam usta yani sonuçta yolla çocuğu demiş.

Ertesi gün babası tutmuş çocuğu kolundan hocanın yanına getirmiş. Judo ustası bir hareket göstermiş ve sen bu harekete çalış demiş. Çocuk düzenli olarak hocanın yanına gidip başka hareketler öğretip öğretmeyeceğini soruyormuş ama hoca sürekli aynı hareketi çalışmasını tembihliyormuş. 1 hafta, 2 hafta 3,5,7 derken neredeyse 10 yıl boyunca çocuk aynı hareketi tekrarlamış ve açıkçası bundan birazda sıkılmış. (Objektif yorumlar katıyorum ehehe kim olsa sıkılır, ben yapmazdım valla bak.)

Şekil 1A: Judo Ustası muhtemelen böyle bişiy.

Bir gün hocası çocuğun yanına gelerek onu bir turnuvaya yazdırdığını söylediğinde çocuk şok olmuş. Demiş riis naptın? Bi kıçıkırık hareket biliyorum başka da bişi bilmiyorum duman ederler beni orada. Üstelik bu turnuva da ileri gelen Judocuların katıldığı bir turnuvaymış. 1,2,3 çeyrek, yarı derken finale kadar gelmiş o tek hareketiyle.

Sizlerinde şaşıracağı üzere çocuk da kendine inanamamış, bu işte bir bit yeniği var düşüncesiyle hocasına gitmiş. Hocam demiş sol kolum yok ve judoda bildiğim tek hareket var buraya kadar geldim iyidir bu benim için zaten büyük bir başarı daha fazla devam etmiyim çekileyim ben. Hocası kendinden emin hayır demiş. Devam ediyorsun.

Ve final... Tak! tek harekette nakavt. Herkes bi tribe girmiş tabii. Çocuk da koşmuş hocasına nasıl oldu bu yeaa!!!

Bak evladım demiş.

-Birincisi sen o harekete o kadar çok tekrarladın ki, o hareketi dünyada en iyi yapan kişi sen oldun.
-İkincisi ise o hareketin tek bir karşı hareketi vardır ve bu hareket içinde rakibinin senin sol kolundan tutması gerekir!

İnsanların eksiklikleri bazen en güçlü tarafları olabilir.


Judo